Soru: Çok gezen mi bilir? Çok okuyan mı?*
Hamburg’dan selamlar. Bir buçuk ay kadar burada yoga dersleri vereceğim. “Bana ne, nerede olduğundan kardeşim! Biz sıkışmış kalmışız dört duvar arasında, sen ise yok Fransa’dayım yok Almanya’dayım yok Hindistan’dayım diye hava atıyorsun!” diyenler olabilir, haklı da olabilirler ama yapacak bir şey yok. Bir ordayım bir burada ve aslında nerede olduğumun hiçbir önemi yok. Çünkü nereye gidersek gidelim tek bir gerçek var o da sevgi içimizde…Şaka şaka, sevgi dışımızda!
Bu sabah beni buraya davet eden arkadaşın verdiği bisiklete binerek işe gittim. İş diyorum ama hala alışamadım yaptığım şeyden para kazanmaya. Eskiden garsonluk yaparken canım çıkardı günün sonunda, paydos birası içerken kazandığım paraya bakarak hak ettiğimi düşünür ve gurur duyardım kendimle. Şimdi ise garip bir duygu var içimde. Deli gibi koşturmadan, sonunda yorgunluktan bitap düşmeden para kazanmak tuhaf geliyor bana. Yine aynı adam bunları duyunca “lan sen ne pis herifmişsin be! Dert ettiği şeye bak, yok yorulmuyormuş da yok kazandığı parayı garipsiyormuş da. Ne diyeyim, Allah bin türlü belanı versin senin!” diyebilir, hakkıdır.
Burada bir hayli bisiklet hırsızlığı oluyormuş. Arkadaşımın da önceki bisikletini dızogeri yapmışlar (Kartal dilinde çalmak). O da en sağlamından şifreli bir kilit almış, bana söyledi ve hatta bir yere not ettirdi. Sabah çıkarken numaraya bakıp hafızaya attım, beyin bedava! ( Bu geyiği uzatmayacağım, konuyu bilenler gülüp geçsinler, bilmeyenler de- ki sanırım yoktur- Youtube’a ‘Beyin Bedava’ yazıp çıkan videoyu izlesinler).
Yoga okulunun önünde bisikleti kilitleyip işime gücüme baktım. Yalnız ders bittikten sonra bisikletin yanına geldiğimde aklımda şifreden eser yoktu. Uydurduğum tüm rakamlar kilidi bir türlü açamadılar. Beyin bedavaymış, keşke paralı olsaydı da işe yarasaydı…
Rakamlarla aram hiç iyi olmadı. “Lan bunun rakamla ne alakası var sen alzheimer olmuşsun, dört numarayı aklında tutamayıp boku matematiğe atıyorsun” diye düşünebilirsin ama ben mevzuyu sayılara bağlamaya kararlıyım. Çünkü oraya çalıştım.
Bütün okul hayatım boyunca aklımda matematik derslerinden kalan bir kaç konu var. Kümeler, sinüs ve cosinüsler, bir üçgenin iç açılarının toplamı falan filan. Hayal meyal hatırlıyorum. Tahtaya çizilmiş daireler var ve bunlara A, B, C, D gibi isimler veriliyor. Bazen nasıl oluyorsa bunlar birbirleriyle kesişiyolar. Hoca da soruyor içlerinde neler var diye. Kral iş gördüğünü söylüyorsun. Öyle lagara lugara yok. Gelelim sinüs ve cosinüslere. Gerçeği söylemek gerekirse ne işe yaradıklarını hala bilmiyorum ama aklımda kalan tek şey arkadaşlarla aramızda ‘bunu yazan sinüs okuyana cosinüs ‘ diyerek hunharca güldüğümüz. Yalnız üçgenin iç açılarının toplamını hatırlıyorum. Şimdi burada söylemiyim, yanlış manlış çıkar, karizmayı çizdirmeyeyim.
Aslında yaptığım iş o kadar da kolay değil. Sabahın köründe kalkıp kendi pratiğimi yapıyorum ( 3:30 gibi). Yaklaşık iki, iki buçuk saat kadar sürüyor. Sonra duş muş, kahvaltı mahvaltı ve ardından ders verme olayı. İnsan o kadar erken kalkınca doğal olarak erken yatmak zorunda kalıyor. Akşam sekiz gibi de yatıyorum. Eski arkadaşlardan biri bu yaptıklarımı duysa bana aynen şunu söylerdi. Oğlum manyak mısın sen, deli mi öptü seni? (Aslında cümlenin orijinali böyle değil ama gerçeği ağır gelir şimdi ) Bir ara market işi yapmıştım, sabahın köründe kalkıp sebze haline gitmek zorundaydık. Ağır küfürler ediyordum kalkarken ve gün içerisinde de devam ediyordu memnuniyetsizliğim. Şimdi yine her sabah lanet okuyorum ve yataktan sürünerek çıkıyorum ama en azından yaptığım şeyi seviyorum. İnsanın her istediği olmuyor bu hayatta. Bir şeyi seviyorsan ve yapmak istiyorsan doğal olarak bazı şeylerden vazgeçiyorsun. Ya herro ya merro! Öyle derin sebepler aramaya falan gerek yok.
O kadar da kolay değil bizim meslek demiştim. Biraz daha açayım. Millletin ayak kokusun çekiyorum denilir ya işte bizim iş biraz öyle. Özellikle ‘uttitha hasta padangusthasana’ diye bir poz var. Öğrenciler bu pozu yaparken düzeltme yaptığımda bazen burnumun direği kırılıyor. Allah düşmanımın başına vermesin. Toynak gibi olmuş ayaklardan yayılan koku beynimi eritiyor. Şaka şaka şimdiye kadar hiç öyle bir şey olmadı. Misler gibi kokuyor öğrencilerimin ayakları. Cennet onların ayakları altında yatıyor. Evet yatıyor, çünkü derslere gelmezlerse açlıktan sürünürüm. Aslına bakarsan bizim meslek ayak fetişleri için harika fırsat. Ha bir de refleksoloji var onun da hakkını yemeyelim şimdi. Düşünsene hobini mesleğin haline getiriyorsun. Daha ne istersin ki. Bu arada ben ayak fetişi falan değilim ona göre, olsaydım böyle rahat geyik çevirebilir miydim? Ama yine de milletin aklında ufak bir şüphe oluşmuş olabilir. İsterseniz bu konuyu şöyle netleştirelim. Allah musaf çarpsın ki değilim, iki gözüm önüme aksın ki değilim, anamdan emdiğim süt burnumdan gelsin ki değilim. Biraz abarttım sanki ama olsun. Akıllarda en ufak bir şüphe dahi kalmasın. Zihinler temizlensin, pürü pak olsun!
Hava bu gün bir harika. Etrafta insanlar güneşin keyfini çıkartıyorlar. Çimlere uzananlar, oynayan çocuklar, köpeğini gezdirenler, sevgililer, sevgilisizler. İnsanlar rahat ve mutlu görünüyorlar. Yalnız böyle güzel havalar çok ender bulunur buralarda. Bir kaç hafta sonra yağmurlar başlayınca bu neşeli, kendilerinden memnun insanlar, yerlerini kederli, hayattan bezmiş tiplere bırakacaklar, o yüzden şu anın keyfini çıkartmak lazım.
Bu yazıyı da parkın içerisinde oturduğum bir cafe den yazıyorum. Biraz önce dondurma yedim ve şimdi rhabarber schorle ( ravent suyuna soda) içiyorum. O da ne yahu demeyin. Çünkü bende ilk defa deniyorum. Of tadı da berbatmış. Lan bir de büyük aldım ha, bitir şimdi bitirebilirsen…
Cevap: Çok bilenden hiç haz etmem…