Seviyorum işte! Var mı diyeceğin?
Farkında mısınız? Başarılı olmak üzerine yazılmış milyon tane kitap var. Hepsinde de aşağı yukarı söylenenler insanları etkilemek için; şöyle konuş, dik dur, kendine güven, başaracağına inan, giyimine kuşamına dikkat et! gibi bir sürü ıvır zıvır. İşin en vurucu kısmıysa “başarılı olmak istiyorsan seveceğin seyi yap!” hikayesi.
Acaba, başarılı olma hikayesini ilk kim icat etti? Ateşi bulan kişi mi? Arkadaşına şöyle demis olabilir: Hafız birşey buldum! dünyayı yakıp kavuracağım, bundan sonra herkes benden bahsedecek! ahanda şuraya yazıyorum. Yalniz, aynı esnada yazıyı bulduğunu fark edememiş öküz!
Ben de bi kitap yazıcam, konusu da: “Hayatta nasıl başarısız oluruz? İnsanların karşısında, kendine olan güvensizliğini nasıl gösterebilirsin? Nasıl kambur durabiliriz? Konuşurken sesindeki çatlamaları ve titremeleri açığa çıkartıp aslında akıl almaz bir aptal olduğunu nasıl gösterebilirsin?” olacak.
Satar mı acaba?
İnsan, başarılı olma kaygısıyla yaptığı birşeyi sevebilir mi? Sevgi dediğin şey, illa yaptığın şeyin karşılığını aldığında mı ortaya çıkar? Birşeyle başka hiçbir sebep olmadan, sadece sevdiğin için uğraşamaz mısın?
Çoğumuz hayatımız boyunca yeni birşey keşfedince ona dört elle sarılıp müthiş bir keyifle yapmışızdır ama bir süre sonra yaptıklarımızdan sıkılıp o keyifli anları başka şeylerde aramaya başlamıyor muyuz? Acaba bizi yaptıklarımızdan soğutan şey nedir? Neden çok kısa bir süre içerisinde bize başlangıçta çok heyecanlı gelen uğraşı ya da iş, bir süre sonra makina gibi sadece tekrar ettiğimiz bir hale dönüşüyor?
Yogaya başladığım ilk günü düşünüyorum. Olimpos’tayız, ders bittikten sonra son dinlenme pozu, sırt üstü uzanmışım, gözlerim kapalı. Bütün gösterdiği pozları yaparak hocayı şaşırttığım için kendimle gurur duyuyorum. Sonra bir şeyler anlatmaya başlıyor, sesi gittikçe yerini rüzgarın sesine bırakıyor, yaprak seslerini duyuyorum, kuş sesleri, onlar da azalıyorlar sonra dinlenme denilen şey de yok oluyor. Derin bir uyku gibi ama sanki o da değil ancak uyandığında fark ediyorsun, tamamen yok olduğunu! Anlatamıyorum fakat müthiş bir şey yaşadığımın farkına varıyorum.
Başarılı olma kaygısı altında eziliyoruz ama dik durursak bunun anlaşılmayacağını zannediyoruz. Yaptığımız şeyleri başkalarına kabul ettirme kaygısı anamızı ağlatıyor ama sesimizi yükselterek insanlara karşı güçlü görüneceğimizi zannediyoruz. Bütün enejimizi bu dünyada birisi olmak için harcıyoruz, insanlar bana saygı göstersin de bu nasıl olursa olsun diye akıl almaz şeyler yapıyoruz.
Tiribüne oynamak diye bir kavram var, duymuşsunuzdur. Seyircilerin gözünden kaçmaz! Futbolcu harika haraketler yapabilir ama bunu başkası için yapıyorsa eksik bir sey hissedilir. Müzisyenler de bilirler, başkasını etkilemek için çalınan ya da söylenen birşey teknik olarak ne kadar mükemmel olursa olsun insana tat vermez ya da bunun tam tersi. Herhangi bir alanda çok yetenekli olan birisi seyircinin önüne çıktığında eli ayağına dolanabilir. İkisi de aynı kapıya çıkıyor sanki. Kafamız, başkalarının hakkımızda ne düşüneceğiyle o kadar meşgul ki beynimiz nefes alamıyor!
Kartal’dayım, ilkokul dönemleri, mahallede arkadaşlarla futbol oynuyoruz. Çok yetenekli biri değildim o konuda. Hatta arkadaşlar aralarında bana ‘hantal’ lakabını takmışlar. Birden, aşık olduğum kız balkona çıkıyor! Topu kaptığım gibi önüme geleni çalımlayıp golü atıyorum. Sevinçten havalara uçuyorum ama bi yandan da gözüm kızda. Beni görmüştür inşallah diye geçiriyorum içimden.
Sevdiğimiz bir şeyde derinleşmek istiyorsak mutlaka teknik bilgiye sahip olmalıyız. Bir müzik aletini çalmak için de aynı şey geçerli; yoga yapmak, resim çizmek için de. Parmaklarımızı nereye nasıl koyacağımızı öğrenmemiz, calışmamız, tekrar etmemiz, egzersiz yapmamız şart. Yalnız yaptığımız bütün bu eylemler hiçbir sebep olmadan sadece işimize karşı duyduğumuz tutkudan kaynaklanmıyorsa durum mekanik bir hale geliyor ve bizi yıpratmaya başlıyor. Kafamızda bir şeyin nasıl olması gerektiği hakkında sabit bir fikir oturduğu zaman sevgi denilen şey ile bağımızı kopartıyoruz.
Peki, bir şeyin tarifi neden o şeyin kendisinden daha önemli hale geldi?
Bütün dinler kendilerine göre tanrının ya da inandıkları şeylerin tarifini yapmıyor mu? Her şey bir insanın kendi deneyimini diğer insanlara anlatmasıyla başlıyor. Sonra bu tarife inananlar biraraya gelip kendilerini misyoner ilan ederek tarifin tarifini başkalarına aktarmaya başlıyorlar. Bir süre sonra kaçınılmaz olarak aralarında tarifin tarifi konusunda anlaşmazlıklar çıkmaya başlıyor. Abi, birinci köprü tıkalı, ikinciden gidelim! diyenler yeni bir mezhep kurup yol konusunda başka teoriler oluşturuyorlar. Hepsinin ortak yanı mutlak suretle bir tanıma takılmaları. İşin acı tarafı ise anlaşmazlıklar yüzünden birbirlerini gırtlaklamaları. Bu sadece din alanında değil hayatın bütün alanlarına kaymış durumda. Bizimle aynı düşünceyi paylaşmayan herkes sanki bize karşı bir tehdit haline dönüşüyor.
Düşünün hayatınızda hiç çikolatayı yememişsiniz ve görmemişsiniz. Yiyen biri size tarif ediyor ve tadını anlamanızı bekliyor. Sonra da senin yemene gerek yok! Bana inanman, beni taklit etmen yeterli diyor.
Bununla kalınsa gene neyse. Sonra çikolata yemeyen kişi diğer insanlara çikolatayı anlatmaya başlıyor.
Bu saçmalıkların olmadığı bir alan kalmamış gibi.
Yoga dünyası için bütün bu olanların dışında, herkesin kardeş olduğu, problemlerini halletmiş, aydınlanmış insanlarla dolu, hiç yargılamayan, herkesi olduğu gibi kabul eden bir imaj yaratılmış ama gerçek böyle değil! İnsan her yerde aynı saçmalığa devam edip ‘Tek doğru benim tecrübelerimdir, benim yolumu izleyin!’ diyebiliyor. Kendimize iyi gelen bir yoga tarzını mutlaklaştırıp saçma sapan tartışmalara girmeyen kaç kişi vardır acaba? Açık söyleyeyim benim de yapmışlığım var.
Evdeyim, pratik bitmiş, sırt üstü uzanmış dinleniyorum.
Aklıma yeni bir fikir geliyor, hemen kalkıp yazmak istiyorum ama vazgeçiyorum. Sonra kulağımın dibindeki kaloriferin çıkardığı sesten rahatsız oluyorum. Elimle vanayı bulup kapatıyorum. Biraz kıpırdanarak duruşumu değistiriyorum. Evi temizlemem gerektiğini düşünüyorum. Çamaşır makinasının içinde metal birşey kapağına çarpıp duruyor. Otobüs geçiyor… Kuşlar ötüyor… zzzzzzz…
Selametle…