Hocam Bana Hayatın Anlamını Öğretir misin?
Yoga ve meditasyon ile ilgilenenler çok dikkatli olmalılar. Öğrenciler, anlamadıkları teorik bilgileri sırf saygı gösterdikleri veya otorite olarak gördükleri birisi yüzünden hayatlarına copy paste etmemeliler (araya bir kaç İngilizce kelime de ben koyayım dedim).
Son dört aydır Almanya’dayım ve eski çalıştığım yerde garsonluk yapıyorum. Sağ bileğimden geçirdiğim ameliyattan ötürü, yoga derslerine bir süre ara vermek durumunda kaldım. Ara verdim vermesine de, geçinmek için para lazım. Havuz problemlerinde bir musluk su doldururken diğeri boşaltır ya, benim havuzdaki musluk ameliyattan sonra sadece su boşaltıp duruyor. Problemin sonucunu tahmin etmek için çok zeki olmaya gerek yok. Ben de diğer musluğu faaliyete geçirmek için bir süreliğine eski işime geri dönmeye karar verdim.
“Yogadan restoran işine nasıl geçtin be adam?” diyenler.. Garson olarak yeni işe başlayan kişiye her şeyi bir anda öğretmeye çalışmıyorlar. Hayatın her alanında böyledir bu. Yavaştan konu anlatılır, kişi pratiğin içinde pişer ve zamanla işi becerip beceremeyeceği anlaşılır. Olayın o kısmı hem hocayla, hem de öğrenciyle ilgilidir. İkisi arasındaki ilişkinin doğası, öğrenme sürecinin sağlıklı işleyip işleyemeyeceğini belirler. Gerçi bazı meslekler daha çok dikkat ister. Mesela, bir garsonun yapacağı en büyük hatalardan birisi yanlış yemeği sipariş etmektir. Beyin cerrahı olmak ise daha fazla sorumluluk gerektirir. En ufak yanlış, hastanın hayatını tehlikeye sokabilir.
Meditasyon insanın kendisini anlayabilmesi için müthiş fırsatlar sunuyor. Doğru anlaşıldığında, duyularımıza berraklık getirerek şeyleri olduğu gibi görebilmemizi sağlıyor. Farklı bir beklentiyle ya da önemli ve özel birisi olma kaygısıyla yaklaşıldığında ise illüzyonu derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Öğrenci her duyduğunu ne hemen reddetmeli, ne de hemen kanıksamalı. Nedense spiritüel kavramlara anlaşılmadıklarında daha önemliymiş gibi bir hava katılıyor; oysa durum bence tam tersi. Bir kavramı anlayıp anlamadığınızı sadece siz bilebilirsiniz. Öyle bir sorgulayıp araştırmalısınız ki, teorik olarak tartıştığınız şey hayatınızın içine işlemeli ve avucunuz içerisinde duran bir elma gibi net olmalı.
Hoca ve öğrenci arasında kullanılan dil de çok önemli. Aynı şeyden bahsettiğinizi bilmeli ve karşınızdakiyle beraber araştırma yapabilecek kıvama gelmelisiniz. Gerçi bir hoca olarak bazen zor durumda kalabilirsiniz: Daha konudan bihaber bir gruba başlangıçta, ”Varılacak yer yok” derseniz, fırlamanın biri çıkıp ” Hocam bi saat içinde Usküdar’da olmam gerekiyor. Erken çıkabilir miyim? ” diyerek, sınıf üzerinde kurmaya çalıştığımız otoriteyi darmadağın edebilir.
Hoca olmanın verdiği bir hava var. Bazen bu duruma kendimizi çok kaptırabiliyoruz. Halk diliyle, bildiğin kıçımız kalkıyor. Olmadık yerde abuk sabuk konuşuyoruz. Sadece başkalarına bok attığımı sanmayın. Çok yakaladım kendimi gerekli gereksiz konuşurken.
Ben bu konuları en basit şekliyle hocam olarak gördüğüm J.Krishnamurti ile anlayabildim. Hem de
düşünebiliyor musunuz, beş kuruş dahi ödemeden!. Yanlış anlamayın; bu tür şeylerin para karşılığında öğretilmesine karşı falan değilim. Ne yapsın insanlar fotosentezle mi beslensinler? Geçinmeleri gerek; karınlarını doyuracaklar, barınacak yerleri olacak, su elektrik parası ödeyecekler, varsa çocuklarına iyi olanaklar sağlamak için uğraşacaklar. Pazarladıkları ürün çürük ve ederinden fazla olmasın yeter.
Neyse, olaya dönelim. Konuyu kavramak isterseniz ve İngilizce’ye hakimseniz, çok şanslısınız. Yarım yamalak İngilizcem olmasına rağmen, J. Krishnamurti’nin videoları ve kitapları sayesinde bir çok kavram benim için açıklığa kavuştu. Şöyle söyleyeyim; Bilal’i geç, Şenol’ a anlatır gibi anlatıyor. Özellikle yedi bölümden oluşan “Transformation of Man” serisi, konuyu anlamak isteyenler için harika bir fırsat. Keşke birileri Türkçe alt yazı ekleyebilse…
Hoca öğrenci ilişkisi (spiritüel dünyanın anlayacağı şekilde guru-shishya ilişkisi) çok eski bir konu. Krishnamurti kendi öğretisinde otoritenin en başından itibaren reddedilmesi gerektiğini söylüyor. Yalnız elmalarla armutları birbirine karıştırmamak gerek. Nasıl hiçbir fikriniz olmadığında bir beyin cerrahının otoritesini sorgulayamazsanız, başka bir alanda da konudan bihaberseniz otoriteyi reddetmenizin hiç bir anlamı olmaz. Hindistan’da bu gelenekten gelen bir çok guru, hoca-öğrenci ilişkisi olmadan kişinin aydınlanamayacağı inancını taşıyor. Swami Venkatesananda işte böyle biri ve guru olmayı reddeden Krishnamurti’ yle harika bir tartışması var. Youtube’ dan dinleyebilirsiniz. Hatta tartışma Krishnamurti’ nin Awakining of Intelligence (Zekanın Uyanışı) adlı kitabının bir bölümünde de bulunuyor. Hintliler guruya çok önem veriyorlar. Uyanış için gurunun bir noktaya kadar sorgulanmadan izlenmesi gerektiğini düşünüyorlar. J.K ise bunun aksine, birisini sorgulamadan izlemenin kişiyi özgürleştiremeyeceğini savunuyor ve gurunun otoritesinin baştan itibaren kırılması gerektiğini söylüyor. Tartışmanın bir yerinde Swami diyor ki, “Peki Guru’nun hiç mi önemi yok?” Krishnamurti bu soruyu “Sadece adres soran birisine yolu tarif eden birisi kadar.” diye yanıtlıyor. Yolu tarif ettin, işin bitti. Ne abartıyorsun kendini? Neden ayaklarına kapanmasını istiyor veya buna izin veriyorsun? Çok hoşuma gitmişti bu örnek. Buna eklemek istediğim bir şey var. Hoca olarak bizi anlamayacağını bildiğimiz birine sırf enteresan görünmek adına ne gereksiz cümleler kuralım, ne de adresi tarif ettiğimiz için kendimizi tanrı ilan edelim. Ne kendimize saygısızlık yapılmasına izin verelim, ne de konuyu bilmeyenlere yukarıdan bakarak saygısızlık yapalım.