Göbek Adım Hıdır!

Şenol Topuz - 8 Nisan 2018

Ya kendimize çok yükleniyoruz, ya da yerimizden kıpırdamıyoruz.
Ya toplum içerisinde önemli bir şahsiyet olabilmek adına akıl almaz şeyler yapıyoruz, ya da başkaları ne der korkusuyla kafamızı kuma gömüyoruz.
Hayat kolay değil. Dengede, sağlıklı bir insan olmak zor. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumları. Gerçi tükürmek zorunda mıyım; o da ayrı bir konu. Cüneyt Özdemir’le Dilber Ay arasında geçen enteresan sohbet geldi aklıma. Konuyu bilmeyenler Youtube’a “zorunda mıyım” yazıp izlesinler, acayip komik.
Acaba neden iki uç arasında gidip geliyoruz? Acı çekmek ve zevki sefayı abartmak; birinden diğerine salınıp duruyoruz. Böyle programlandı hayatlarımız. Çocukluğumuzdan itibaren başkalarıyla karşılaştırılıp; iyi şeyler yaptığımızda ödüllendirildik, kötü şeyler yaptığımızda ise cezalandırıldık. Kısaca sopa ve şeker yönlendirdi bizi. Pavlov’u bilir misin? Köpekleri vardı hani. Onlardan çok fazla farkımız olmadığını söylesem, acaba abartmış olur muyum?

Bir anımla devam etmek istiyorum. Babam Almanya’da işçiydi, biz ise İstanbul’da abim, ablam, annem ve nenemle beraber yaşıyorduk. Bir ara seyrettiğim filmlerin gazına gelip karateye yazılmıştım çünkü babamın benimle gurur duymasını istiyordum. Güçlü bir erkek olursam o’nu etkileyebileceğimi düşünüyordum. İlkokul 4 ya da 5’e gidiyordum galiba. Yalnız; bu maceram sadece bir hafta sürdü. Allahtan adamcağızın başladığımdan dahi haberi yoktu, o yüzden bırakırken hiç vicdan azabı çekmedim. İki üç sene sonra tekrar başladım karateye ve bir süre devam ettirdim ama bizim peder yine bihaberdi yaşadıklarımdan çünkü vefat etmişti. Çok ağır oldu hikaye ama gerçek böyle; olayı dramatize edip ekstradan puan kazanmaya çalışmıyorum. Çocukluğumuzda yaşadıklarımızın, hayatımızı nasıl etkilediğini kişisel bir örnekle göstermek istedim sadece. Babamın vefatından sonra birçok işi yarım bırakmışlığımla ünlüyümdür ben. O’nun onayını alamamam eylemlerimi derinden etkilemişti. Hepimizin hikayeleri farklılıklar gösterse de, aslında temelde benzer şartlanmalar tarafından yönlendiriliyor. Kendimizi kandırmak, bahaneler üreterek gerçeği bulandırmak için o kadar çok çeşitli numaralarımız var ki, saymakla bitmez. Saymakla bitmez ama bir yerden de başlamak lazım değil mi?


Birbirimizi kandırmayalım şimdi. Bir alkolik, nasıl bağımlı olduğunu tüm kalbiyle kanıksamadığı sürece tedaviye açık olamazsa; biz de kendimizi tüm çıplaklığımızla görmediğimiz sürece, alışkanlıklarımızın değişip dönüşebilmesi için alan yaratamayız.


Başkalarının nasıl yaşamaları gerektiği hakkında atıp tutmaya bayılıyoruz ama kendimize gelince işin rengi değişiyor.
İnsanın kalıplarını fark etmesi hayattaki en zor şeylerden birisidir sanırım. Peki birşeyi fark etmek tek başına yeterli olabilir mi? İstediğin kadar konuş, bir kavramı hayatına geçiremediğin sürece ne anlamı var şeker kardeşim. Sana iyi gelmeyen bir mekaniği keşfettiğinde, daha yolun başındasındır ve işin peşini birakmaman gerekir. Orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür. Yok öyle bir şey, gitmediğin, görmediğin bir köy senin olamaz. Hele bir yola koyul; varınca karar verirsin senin mi, değil mi? Korkma, kaybolursan ”Benim adım Hıdır, elimden gelen budur!” der, ara sıra mola verebilirsin. Kalbin hafifler, çıkmaz yolda diretip acı çekmek yerine, biraz geri çekilip rahatlayarak enerjiden tasarruf edebilirsin. Bu sihirli cümle, gerçeklerle yüzleşebilmen ve biraz nefes alabilmen için zaman kazandırır sana. Sonra düşe kalka, tecrübelerinden dersler çıkartarak hayatına devam edersin.

Mükemmel olma kafasıyla hiçbir şeyin gelişemediğini kendimden biliyorum. Dil öğrenmek öyledir misal. İstediğin kadar çalış, iş sokakta konuşmaya gelince gak guk yapar durursun. Harika ingiliz aksanın uçar gider avuçlarından. “I would like to have a cup off tea please” yerine, başınızda bekleyen garsonun veya yanınızda sizden daha iyi ingilizce bilen arkadaşınız yargılayıcı bakışları altında, birden armutun sapına dönersin. “Eeeee, ööööö sorry, one minit please” diyerek zaman kazanmaya çalışır ve “one tea, yes one black tea please” diyene kadar akla karayı seçersin. Hayat, size havanızı basabilmeniz için yardımcı olmak yerine; burnunuzdan getirmek için elinden geleni ardına koymaz. Başkaları ne düşünür kaygısından kurtulup, yaşama bodoslama daldığınızda ise yanlış yapmaktan ve fark ettiğiniz yanlışı düzeltmekten korkmazsınız. İşte o zaman, gerçek anlamda öğrenme süreci başlar.

Tüm yazılar