Buda Gelir Buda Geçer Aldırma
Eskiden, sağlam solcu olduğumuzu düşündüğümüz dönemlerde, “Marx şöyle der, Lenin böyle der” diye tartışıp dururduk. Onlar olmadan sorunlarımızla yüzleşemezdik. Masada bir arkadaşımızla asla yalnız kalamazdık çünkü etrafımızda Stalin, Lenin, Mao, Troçki gibi birçok sosyalist karakter mevcut olurdu. Tarihe mâl olmuş insanların söyledikleri sözler olmadan, konuşamazdık her nedense. Onları gerçekten anlayıp anlamamamız ise, hiç önemli değildi. Papağan gibi ezber yapmamız yeterliydi. Marx söylemişse, tartışma bitmiştir. Kesin doğrudur yaptığı tespit. “Sen kim oluyorsun ki karşımda atıp tutuyorsun a ezik.” O büyük adamların da her ne hikmetse ahkam kesmedikleri bir konu kalmamıştı. Lenin der ki ”ne kadar dönersen dön, kıçın hep arkadadır” Arkadaş, adam orada değil ki; böyle bir şey ağzından çıkmış mı çıkmamış mı onaylayabilsin. Kulaktan dolma şeylerle konuşup dururduk işte.
Din adamları da kendi aralarında sürekli didişmiyorlar mı? Peygamberimiz şu ayette ya da bu ayette aslında şunu söylemiştir gibisinden; saatler, yıllar, yüzyıllar süren tartışmaları devam ettirmiyorlar mı? Biz de aynı şeyi yoga dünyasında yapıyoruz. Buddha der ki ”Buddha gelir buddha geçer aldırma.”
Tamam, bazen bir konuya açıklık getirmek için insan başkalarının söylediklerini referans gösterebilir ama sadece ”önemli birinin” ağzından çıktı diye; her şeyi kabul etmek akıl kârı mı? Biz ne düşünüyoruz o kavram hakkında, gerçekten içselleştirebilmiş miyiz olayı, yoksa; “adamların bir bildiği vardır abi, bizim boynumuz kıldan incedir” mi diyoruz.
Orada bir köy var uzakta; gitmesek de görmesek de, o köy bizim köyümüzdür.
Başkasının söylediklerine neden bu kadar güveniyoruz? İnsanlık tarihi bununla yuvarlanıp durmuş. Birisi çıkıp “tanrıları çok kızdırdık o yüzden şimşekler çakıyor” demiş. Bakireleri kurban etmişiz. Diğeri putları yıkıp “tek Tanrı var” demiş. İlk önce itiraz edip öldürmeye çalışmış, sonra da peşine takılanlar çoğalınca, hemen kulu kölesi olmuşuz. Bir diğeri çıkıp Tanrı öldü demiş ve yine sorgusuz sualsiz sıraya dizilmişiz.
Kimim ki la ben, o büyük adamların söylediklerini sorgulayayım?
Takip ettiğimiz kişinin kendinden şüphe duymaması ve bize nasıl yaşamamız gerektiğini dikte etmesi çok önemlidir. O’nun önünde paspas olmaktan çekinmeyiz. Adam kendinden ne kadar eminse, o kadar insan takılır peşine. Hitler öyleydi mesela. Konuşmalarını hiç seyrettin mi? Müthiş etkili. Hareketleri keskin ve korkusuz. Bir bölünme yok tavırlarında. Şiddet dolu ve bunu milyonların önünde göstermekten hiç çekinmiyor. Kendisi olmaktan korkmayan bir adam. Bıyık bir felaket ama onu bile takmıyor herif. Düşün artık, demek ki gerçekten korkusuz. Kafamız karışıkken, ne yapmamız, nasıl yaşamamız gerektiği konusunda hiçbir fikrimiz yokken, böyle bir insanla karşılaşmamız aklımızı başımızdan alabilir. O ne söylerse yapmaya, neyi yerse onu yemeye hazırızdır. “Adam emin kendinden abi niye sorgulayıp kafamı yorayım ki. Peşine takılırım işte.”
Forrest Gump filmini seyredenler hatırlarlar. Birden koşmaya başlar Forrest ve senelerce devam eder. İnsanlar bir bildiği var herhalde diyerek, hayranlıkla peşine takılırlar. Saç sakal uzar, binlerce, on milyonlarca kilometre koşulur ve sonunda Forrest durur. Takipçileri çok heyecanlanır, sürekli koşan bilgenin artık bir açıklama yapacağını düşünürler ve söyleyeceklerini dinlemek için pür dikkat kesilirler. Bizimki döner ve sadece “yoruldum” der. Bu kadar basit; koşmak istemez artık çünkü yorgundur.
Birilerinin peşinden gitme isteğinin kaynağına bakmak lazım. Evde de, okulda da saçma sapan karşılaştırmalara maruz kaldık. Hep yetersiz olduğumuz, çok daha fazla çalışmamız gerektiği; komşunun çocuğunun daha zeki olduğu söylendi bize. Bir kere de değil, binlerce kere tekrarlandı durdu aynı manyak tavırlar. Nasıl kendine güvenebilirsin ki artık?
İnsan, tek başına hayatta kalabileceğini düşünemez ve bir noktaya kadar da doğrudur bu. Birbirimize ihtiyacımız vardır yaşamak için. İstediğiniz kadar kendinizi diğerlerinden soyutlayın, sonunda mutlaka, bir şey için başka birine ihtiyacınız olur.
Başkalarının peşinden gitmeyi bırakmak için illa bütün ilişkilerinizi sonlandırıp, tek başınıza yaşamanız gerekmez. Bakkaldan ekmek almak, karnınızı doyurmak için başka insanlarla ilişkiye geçmeniz gerekebilir. Hayata küsüp kendinizi izole ederek, bir sosyopat gibi takılmak yerine, başkalarına olan bağımlılığınızı anlayıp sağlıklı ilişkiler kurmak; gelecek nesillere daha rahat bir yaşam sunabilmek için çok önemlidir. Birilerinin artık sorumluluk alarak, aklı başında bir toplum yaratabilmenin kendimizden başladığını ve değişim denilen şeyin, tam olarak şu anda olması gerektiğini anlaması gerekiyor. İnsan dediğin şey, nedense sorunlarını hep bir sonraki kuşağa bırakmayı seçmiş. Çoğunlukla ”hele bi pazartesi olsun, yeni bir insan olacağım” demiş. Gel gelelim kazın ayağı öyle değil. Peki nasıl kazın ayağı? Krishnamurti ”Kazın ayağının tarifiyle, kazın ayağı aynı şey değildir” der. Bu arada kazın ayağı nasıl merak ediyorsan Allah aşkına, bak Allah’ın adını verdim, Google görsellerden bir bak artık…